Sayfalar

29 Mart 2012 Perşembe

Sayfa 22

... İşte vakit gelip çatmıştı. Artık lise ve ona bağımlı hayat bitiyor, kulağıma zaman zaman fısıldanan, "yakında üniversiteye başlayacaksın, özgür olacaksın" cümlesiyle vaad edilen günler yaklaşıyordu... Lise biterken tökezlediğim, hayatım boyunca hiç bir zaman ilgi duymadığım tek ders olan kimya yüzünden stresli bir kaç gün geçirmiş olsam da, ilk kez, kendi irademle aldığım kararın bilinmeyen sonuçları beni gerçekten heyecanlandırıyordu... Pek tabii olarak annem ve ailedeki herkes, İstanbul'da bir okulu kazanacağımı ve annemin dizinin dibinde, yine sabah dualarla uğurlanıp, akşam sevdiğim yemeklerle karşılannacağımı düşünüyordu. Oysa ben, biran önce kendime ait bir hayatı yakalamak üzere, tıpkı nereye gittiğini bilmeden binilmiş bir otobüste, camdan dışarıyı seyrederken gördüğü herşey karşısında hayretlere düşen bir yolcu gibi sadece gitmek istiyordum... Cesur ama cahil bir tavuk gibi çitten atlamayı istiyor ama çiftliğin etrafından çok da uzaklaşmayı göze alamıyordum. Sanki İstanbul dışında üniversitesi olan tek şehir orası imiş gibi, ağabeylerimin de mezun olduğu Bursa'ya gitmeyi şimdilik sadece hayal ediyordum... İlkokula başladığım ilk günden, liseden mezun olduğum son güne kadar hiç kimse, ne derslerime herhangi bir yardımda bulunmuş, ne de aldığım bir nota itiraz etmişti. Neredeyse kendi kendime okumuş, kendi kendime mezun olmuştum. Doğal olarak üniversite için önceden doldurduğum okul seçme listesine bakmak da, kimsenin aklına gelmemişti. Fakat bu listenin onbirinci sırasına Bursa Uludağ Üniversitesini yazdığımı itiraf ettiğimde, ev halkı büyük galeyana gelmiş ve zinhar şehir dışı bir okula gitmemem konusunda yoğun baskı altına almıştı beni. Özellikle küçük ağabeyim annem tarafından görevlendirildiği çok belli bir şekilde, şehir dışında yalnız bir hayatın zorlukları konusunda, kısa ve öz bir konuşma da yaptı benimle. Özetle "Yapamazsın" diyordu. Her zamanki gibi, söz dinleyen uysal bir kız çocuğu olarak, isteklerine boyun eğdiğimi hissettirmiştim onlara. Aslında o gün, sınavın başlamasını beklerken oturduğum okul sırasından dışarı baktığım ve içimin büyük bir gitme ateşiyle yandığı o ana kadar kendim de buna ikna olmuştum... Zaten mevcut bilgimle onbirinci sıraya gelene kadar yukarı sıralardaki herhangi bir İstanbul okuluna girmemem işten bile değildi. İşte başlıyorduk! Okunmuş pirinçlerim cebimde, suyum, şekerim, kalemlerim, silgim, velhasıl her türlü teçhizatımla, geleceğim için en dik yokuştan aşağıya salıvermek üzereydim kendimi. Sorular dağıtılmış, sınav başlamıştı. Bir bir soruları yaparken, annemin sınav tecrübesi edinmem için gönderdiği 15 günlük hızlandırılmış kursta öğretildiği gibi, bir yandan da puanlarımı hesap etmeyi ihmal etmiyordum. Puanım yeterli bir seviyeye gelince durdum, kalemimi bıraktım ve daha fazla soru işaretlemeden belki de verdiğim karardan dönebilirim korkusuyla sınav kağıdımı teslim ettim gözlemci hanıma. Yüzüne şöyle bir baktım. Sonra şüpheli bakışlarına emin bir göz kırpmasıyla karşılık verip, "seni de geçmişimde bırakıyorum" dercesine, hafifçe gülümseyerek onunla da vedalaştım. Sınav yerine gelmem için bana eşlik eden büyük ağabeyim ve nişanlısı, okulun bahçe duvarına oturmuş bekliyorlardı. Derin bir nefes alıp, yanlarına gittim. Ağabeyim beni o kadar erken beklemiyordu ki karşısında görünce telaşlanıp bir sorun mu var diye sorabildi kocama açtığı gözleriyle... "nasıl geçti?"
Bildik sükunetim yanıbaşımdaydı yine... "İyiydi, Bursa'ya gidiyorum"...

2 yorum:

  1. Bir öneri; daha büyük bir fontla yazın. Bu haliyle okuma arzusunu öldürüyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. uyarınız için teşekkürler, hemen gereğini yapacağım.. sevgiler...

      Sil