Sayfalar

10 Mart 2012 Cumartesi

Sayfa 14



...Hep meraklı bir çocuk oldum. Çok az konuşur, bolca dinler ve okurdum... Okumak aileden gelen bir alışkanlıktı... Evimizin her zaman bir kütüphanesi olagelmişti. Babamın maaşı ve sosyal güvencesinin dışında bıraktığı tek mirastı kütüphane... Hayat Ansiklopedisini anımsayanlar ne değerli bir hazine olduğunu bilirler. Roman, hikaye, gazete ne bulursam okurdum ama en çok da ansiklopedi.
Belki eprimiş sarı sayfalarını çevirirken içime çektiğim kokusunu sevdiğim, belki de bir zamanlar babamın, tek tek fasiküllerini biriktirip, bordo üzerine altın yaldızlı ciltlettirdiği, kısaca, O dokunmuş olduğu için, gözüme kutsal bir esermiş gibi göründüğü için...
Babama ait eşyalar, fotoğraflar göz önünde durmazdı pek. Annemin hatırlamamak, hatırlatmamak için ortadan kaldırdığını bilirdik. İstanbul'a taşınmamız esnasında meydana çıktı pek çok kişisel eşyası. Kaytan bıyıklarıyla hepsi birbirine benzeyen çalışma arkadaşlarıyla, saat kulesi önünde çekilmiş bir fotoğrafı, deri kayışlı Omega marka saati, muhtar çakmağı diye adlandırılan taşlı çakmağı -ki hala yanıyordu- ve annemle evlilik cüzdanları...
Babam ve anıları yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu. Genellikle içki içilen yılbaşı gibi özel geceler, O'na ait anıların anlatılmasının getirdiği gözyaşı ve hüzünle son bulurdu... Daha önce söylediğim gibi, büyük ağabeyim çok duygusal bir adamdı. Babamı da en büyük olarak en çok o hatırlardı. Biraz çakırkeyf olunca, başlardı anlatmaya. Bir yandan anlatır, bir yandan neredeyse hüngür hüngür ağlardı. Ben o zamanlar henüz değil ama, ağabeyim bilirdi, babam yaşasaydı, bambaşka bir hayatımızın olacağını... Annem ise, "amaaaan, bırakın şimdi bunları, sen sabah nasıl kalkacaksın?" diye çıkışarak dağıtırdı bu hüzün bulutlarını...
Küçük ağabeyim daha beş yaşımdayken bana mıyık lakabını takmıştı. Hiç konuşmadığım, sorulmazsa cevap vermediğim için, bir de oyuncaksız, hayali oyunlar oynadığım için olsa gerek... Halbuki ben anlatılanlara açtım, dinlemekti bütün yaptığım. Elbette bunun analizini şimdi yapabiliyorum. Hiç hatırlamadığım, hatırladıklarımı da tamamen uydurduğumu bildiğim bir adamdı babam... Dinlemek O'nu yanıma getiriyor, olmayan anılarımı varmış gibi yapıyordu... Hep bu soruyu sordum yıllarca kendi kendime ve samimimyetine inandığım insanlara. Babayı, birikmiş anılarıyla mı kaybetmek daha iyi, yoksa, hiç hatırlamamak mı?...



1 yorum:

  1. Babaların yeri hep ayrıdır. Babaların ilgisi genelde evletlarıyla mesafelidir ama, bu mesafeye rağmen bilirsiniz ki gölgeleri hep üzerinizdedir. Sanırım babanız çok sevilen ve iyi bir insan olduğunda gölgesi böyle uzun olmuş ve bu sayede de o gölge sizleri hala serinletmekte.

    YanıtlaSil