Sayfalar

10 Mart 2012 Cumartesi

Sayfa 5

...Evimizin bu şenlikli hali nedense amcam tarafından pek de hoş karşılanmazdı... Geç bir evlilik yapmış, dolayısıyla geç de baba olmuştu. Babamın büyüğü olmasına rağmen tek oğluyla, ben aynı yaştaydık. Bu kimi zaman benim için bir avantaj olsa da, yarışa koşulan atlar misali çokça aleyhime işleyen de bir durum oldu.. Mesela okul hayatıma Almanca devam etmek zorunda kalışım, sadece bu dezavantaj nedeniyledir... Bu konuya geri dönmek üzere şimdilik nokta.
Mensubu olduğumuz sülalelnin Gönen'in en muteber ailelerinden biri olması, amcamın saygın bir esnaf, babaannemin sözü dinlenen bir büyük, halamın soyadı bile Gönen olan, ne iş yaptığını ölene kadar öğrenemediğim pek saygın eşi dolayısıyla bulunduğu durum, biz çocukların ve özellikle annemin her adımımıza dikkat etmek zorunluluğumuzun temel nedeniydi... Annem her daim kaş ve göz tarikiyle bizi usturuplu torunlar olarak eğitmeye çalışmaktan, bu yönde terbiye ve ahlak nutukları çekmekten başka, çok daha önemli birşey yaptı... Babamın ailesinin karşısında daima dik, onurlu ve çocuklarına toz kondurmaz tavrını elden hiç bırakmadı... Ben henüz sokakta oynama yaşımdaydım ama ağabeylerimin delişmen yaşları nedeniyle, küçücük bir kasabada konuşulan her sözü ustaca savuşturmayı, tüm nezaketi ve görgülü zekasıyla başardı... Bu, babamın yerini, otoritesi ve maddi gücüyle doldurmaya çalışan amcam olsa bile... Amcamı, daima hızlı hızlı konuşan, hızlı hızlı yürüyen, buna paralel hızlı karar veren, disiplini ve otoritesi nedeniyle kendisinden korkulan bir insan olmasına rağmen, ilginçtir ki, annemin karşısında daima ezik ve zayıf bir adam olarak hatırlıyorum... Bahçe kapısından yine hızlı hızlı girip,  ağabeylerim hakkında şikayete her gelişinde, annemin  merdivenlerde, beton gibi durup, amcama yukarıdan ve kesin bir tavırla tane tane izahını, "benim çocuklarım öyle şey yapmaz" bakışını, amcam geldiği gibi hızlı hızlı bahçedin geri giderken, 1 odalı evinin 4 metrekarelik mutfağında için için ağladığını biliyorum...
Çocukları büyüyor, sorunları büyüyor, büyük bir ailenin, küçücük evinde, küçük bir kadın olarak kalmak yerine,  çelik gibi sağlam irade ve edebiyle, zihinlerde büyüyor, saygınlaşıyordu... Genç ve dul bir kadının tek başına 3 çocuğa sahip çıkamayacağı ön yargısını, her geçen gün yerle bir etmeyi başarıyordu... Herkesi ve herşeyi idare etmek onda doğuştan bir yetenek olsa idi... Babamdan kalan, o yıllarda hatrı sayılır miktardaki maaşı dışında bir geliri olmamasına rağmen, kimseye muhtaçlık hissi yaratmadan, ama şımarmamıza da izin vermeden "idere etmek" zor zanaatti... Amcam, halam, babaannem bir tarafa, delikanlılık yaşına gelmiş ağabeylerimi idare etmek belki de en zoruydu. Ama o bunun da bir yolunu mutlaka buluyordu. İkisi arasında keskin bir karakter farklılığı olmasına rağmen üstelik.
Bakkala gidilecek örneğin, önce küçük olana hadi derdi, ben gitmem ağabeyim gitsin cevabına öteki, ben de gitmem derse seyredin tantanayı... Annem pardesüsünü bir hışımla kaptığı gibi, ben giderim derken daha, bir baygınlık -ki bunun ustaca bir numara olduğunu 20 yaşımda öğrenebildim- geçirir, hooop kendisini yere yatırırdı... Sevgili, kırmızı yanaklı, tontoş komşumuz Ferdane teyze... Ah Ferdane teyze... "Kooooş yetiş annem fenalaştı!" Hemen kolonyayı kapıp gelir, iki bilek ovalanır, bizde bir telaş, bir kıyamet filan derken, bir bakmışız ağabeylerim bakkala gidiyor...
Şimdi gülümseyerek hatırladığımız daha neler... Bir babanın sevimli otoritesi, bir annenin şevkati, bir dostun sırdaşlığı arasında annem, neredyse teatral bir yetenek de kazanmıştı... Bu yeteneği, özellikle 1980 darbesi yıllarında ağabeylerimin hayatlarını kurtarmak için çok işe yarayacaktı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder