Sayfalar

10 Mart 2012 Cumartesi

Sayfa 4

...Bahçenin demir kapısından girince dar bir beton koridorun iki yanındaki tarhlarda güller ve çeşitli çiçekler karşılardı bizi. Hemen arkalarında sol tarafta annemin ektiği ağabeyimin suladığı,  biberler ve domatesler, sağ tarafta margarita papatyaları ve harikulade bir çam ağacı... Beton koridoru bitiren verandada asma ve ayva ağaçları. Ağaçların boyu oldukça kısa ama meyveleri öyle ağırdı ki, altındaki divana oturunca etrafınız adeta bir kafese girmiş gibi dallarla çevrilirdi. Oturduğunuz yerden koparıp iki avucunuzda ovalayarak temizleyip, afiyetle yiyebildiğiniz ayvalar... O yıl ne kadar çok olursa kış mevsiminin de o kadar çetin geçeceğini öğrendiğimiz ağaçlar... Arka bahçe ayrı bir cümbüş. Altı çeşit elma ağacı ve bir de kış armudu. O kadar çoklardı ki ve varlıkları o kadar doğaldı ki, henüz olgunlaşmasını beklemeden sepetlere doldurup elma savaşı yaptığımızı anlatsam inanmazsınız... Annem İstanbul'a taşındığımız ilk hafta pazardan parayla elma aldığında oturup ağlamıştı...  Çocukların yeşilken kemirip oynaştığı, iki ısırıkta atabildiği, tabaklara doldurulup komşulara dağıtıldığı, kompostoların yapıldığı elmalar, kiloyla alınmanın ızdırabını uzunca bir süre yaşattı anneme... Herşeyin kıymeti kaybedilince anlaşılıyor, elmalar gibi...
Arka bahçemiz aynı zamanda fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi görevini de üstlenirdi... Doğuştan hizası yamuk olan kolumu düzeltebilmenin çözümünü, içine büyükçe taşların konduğu sepetle, bahçeyi bir baştan bir başa dolaştırmakta bulmuştu annem... İşe yaradı doğrusu. Şimdi kolumu sorunsuzca kullanabiliyorsam bunda, o bahçenin payı büyük ve tabi annemin eşsiz çözüm zekasının...
Mahallemizdeki tek apartman-ki sadece 3 katlıydı- doktor Cevat amcaların evine bakıp bakıp, birgün yeniden apartmanda oturma hayalini kurduğumuzu düşünüyorum da komik buluyorum bu çocukluk düşünü... Oysa şimdi, sefer tası misali binalarda otururken, o bahçede yeniden lavanta, hercai, çekirdek ve yemek kokularının birbirine karıştığı rayiah içinde olmak için neleri feda edebilirdim?
Kurtarılmış bölgeydi bizim bahçemiz. Evinde babasından, annesinden korkusuna içilemeyen sigaralar bizim bahçede içilirdi, maşınga üzerinde demlenen çay eşliğinde... Başka evlerde konuşulması yasak olan devrim hayali, bizim bahçede hayat bulurdu... Şiirler bizim bahçede okunur, namuslu kavgalar bizim bahçede yapılırdı... Halk evi gibi bir yerdi... Orada öğrendim mutluluğun, bir kesekağıdı çekirdek bir demlik çay olduğunu, dostça muhabbetlerin tadını, güven duymanın sırrını,  kadın ve erkek cinsinin sadece ateşle barut olmadığını, pekala kolkola yürüyebilen dostlar, yan yana yaşanan, sırt sırta dayanabilen "arkadaş"lar olabileceğini...
Ve orada öğrendim, hiç oyuncaksız da oyunlar kurulabileceğini, çamurdan heykeller yapmayı, toprağa saplanan bir çiviyle kaç çeşit oyun oynanabileceğini, yağmurdan sonra ortaya çıkan solucanların toprak için ne kadar faydalı hayvanlar olduğunu,  ağaca tırmanmayı, düşünce şişip moraran yerine çiğnenmiş ekmek koymayı, elini dayayıp çeşmeden su içmeyi, akşam ezanının yemek saati demek olduğunu, dökülen gül yapraklarını su dolu şişelere bastırıp esans yapmayı...
Yaşı 40 ları aşan her yetişkin gibi, özlemle anmamak mümkün mü o yılları? Elimizde hayal gücümüzü besleyecek ne kaldı ki? Bize sunulan teknoloji çöplüğünden başka. Sahi modası geçen telefonlar, yerine LCD lerini koyduğumuz tüplü televizyonlar, merdaneli çamaşır makineleri, kurmalı saatler,  hangi çöplükte şimdi... Apartman görevlisi temizlemezse eğer, üzerinden atlayıp geçtiğimiz kapılarımızın önünü ne zaman terkettik?...









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder