Sayfalar

26 Mart 2012 Pazartesi

Sayfa 20

... Annemin tavrı, hiç de ağabeyimin duygusal tepkisine eş değildi... O, kızının ana yoldan ayırılıp tali yoldan patikalara sapacağı, oradan da sonu uçuruma varan belirsiz kavşaklardan, sürülmemiş tarlalarda kaybolacağı telaşıyla, sorgu suale başlamıştı. Kimdi, neyin nesiydi? Nerden tanıyordum? "Beni nasıl ayartmıştı?"....
Elbette, onu kendim ayarlamış olduğumu asla itiraf etmedim. Hatta, elime verilmiş bu fırsatı iyi değerlendirip, peşimden onun koştuğu hikayesini bile yazdım!
Çok utanıyorum! İnsan ilk aşkı için kendini, annesinin ağzından çıkan alevlere atamıyorsa, bir daha hiç atamayacak demektir... İşte ilk vicdan azabım!
Annem soluğu derhal, onların evinde aldı. Arkasından koşturup, köşede olanları izlemeye koyuldum. Kapılarını çaldı ve annesi olduğunu bildiğim hanıma birşeyler söyledi. Konuşmaları duyamıyordum ama giriş kapılarını kaplayan sarmaşığın dalları arasında annesinin utanmış yüzünü seçebiliyordum... O utandıkça ben kızarıyordum sanki... Eve geri dönerken, sakin ve görevini yapmış anne edasıyla  mırıldanırken anlattığına göre annem, eski insanlara has bir nezaketle annesine, oğlunun kızının peşini bırakması konusunda telkinler vermişti. "Benim kızım henüz 15 yaşında, okuyacak o, bu işler için henüz çok küçük" gibi şeylerdi bunlar. Bir sonraki gün ona verdiğim mektup, neredeyse annemin ağızıyla yazılmış gibiydi...
Bir daha hiç buluşmadık. Hatta gördüğümüz yerde yollarımızı değiştirdik. Mesela şimdi onunla karşılaşmak ve tıpkı bu yazıda yaptığım gibi günah çıkarmak isterdim doğrusu...
Bu konu evimizde bir daha hiç konuşulmadı. Annemin gözü üzerimdeydi. Ama böyle olunca bilirsiniz, herşey daha bir cezbedici hal alıyor. Lise ikinci sınıftaydım. Sadece yasak olduğu için okulu kırdım bir gün! Yapacak hiçbir şey bulamamıştık. Üsküdar'da bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp, zaman öldürüyorduk ki, karşı kaldırımda annemle göz göze geldik. Arkadaşlarım ve ben olduğumuz yerde çakılıp kalmıştık. Annem, yeni bir hayal kırıklığı ile üç adımda geçti bizim olduğumuz tarafa. Napıyorsun? diye sorabildi, soğuktan ve kızgınlıktan büzüşmüş dudaklarıyla. "Hiç, arkadaşlarımla dolaşıyorduk" gibi mesnetsiz bir cevap yeterli gelmedi elbette, okul saatinde sokakta yakalandığım anneme... "Arkadaş" ne demek, en iyi o bilirdi. Arkadaş, insanı yasak şeyler yapmaya değil, iyiliğe sevk eden kişi demekti. Bu durumda yanımdakilere arkadaşım dememe içerlemiş olmalıydı ki, önemsiz bir nesneyi, hatta bir paçavrayı işaret edercesine, başıyla yanımdakileri göstererek "arkadaşım dediklerin, bunlar mı?" dedi... Yine çok utanmıştım. Annemin peşi sıra otobüs durağına doğru yüyürken, bir daha asla böyle bir şey olmayacağına söz verdiysem de, tutamadım... Ertesi yıl, artık mezuniyete pek az bir zaman kalmışken, bu kez gerçek bir nedenle okulu bir kez daha kırdım... Annem ne kadar onaylamasa da ben, arkadaşlarımı seviyordum. Onlarla okul dışında birşeyler yapmanın özlemi içimi kavuruyordu. On yedi yaşımdaydım ve annem, o yıllarda ortalığı kasıp kavuran Rocky efsanesinin bizim yaşımızdakilerde yarattığı etkiyi bilemezdi. Beşiktaşlı Metin'e olan hayranlığım dışında, genç kızlığa özgü bir davranış ipucu yoktu elinde. Sadece derslerimi ve bir süre sonra gireceğim üniversite sınavını düşünmekten başka ne işim olabilirdi ki benim. Bu yüzden ev işlerinde bile yardım talep etmezdi benden. Mezun olduğumda yumurta haşlamayı bile bilmiyordum bu yüzden... Rocky 4 filmini arkadaşlarımla kaçak göçek seyredip çıkmayı başarmıştık ama, annemin haberdar olmamasını yine sağlayamamıştım. Yaptığım hiç bir şey annem yüzünden sır olarak kalamıyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder