Sayfalar

10 Mart 2012 Cumartesi

Sayfa 8



Bir süredir üzerinde düşünüyorum... Hatırlamak istemediklerimizi mi unuturuz? Unutmadıklarımızı mı hatırlamak istemeyiz?... Yanlış birşey hatırlamamak, ya da hatırladıklarımı yanlış yazmamak için, hatta hafızamın bana yapabileceği küçük oyunlara, hikayemi kurban vermemek için bekletmek zorunda kaldım yazılarımı...


O sabahtan sonra herşey çok silik. Net olan tek bir şey hatırlıyorum; annemin saçlarının beyazlamaya başladığını ve yüzünün artık pek gülmediğini!
Sık sık evimizi ziyaret eden polisleri karşılama seansları dışında... Eve her gelişlerinde, çocuklarının masumiyetine olan inancı, vatansever bir kadın olarak, yasadışı hiç bir kusuru olmadığını gösteren özgüveniyle karşılardı onları... İçeriye buyur eder, zaten kutu gibi olan evimizin var olan bir dolabını, çekmecelerini, gönül rahatlığıyla açıp, karıştırmalarına izin verirdi... Arkalarından dağınıklığı toplamaya çalışırken yeniden kaşları birbirine yaklaşır, hareketleri ağırlaşırdı zira. "Sakıncalı" hiçbirşey bulmalarına imkan yoktu elbette! Herşeyi yakan annem, buna güveniyordu. Bir küçük detayı atlamıştı sadece, ya da bunun bir sakınca teşkil edeceğini düşünememişti... Apar topar Bandırma'ya dayımın yanına gönderdiği ağabeyim de uyarmaya vakit bulamamıştı belli ki...Gömme dolabın içindeki duvara yapıştırılmış, 5x5 cmlik küçük fotoğraflardı bunlar. Yan yana dizilmiş, Marx, Engels ve Lenin'in fotoğrafları... O döneme has gençlerin ikonları.
İlk ziyaretlerden birinde, memur beylerden birinin dikkatini çekti tabiiki... Bu aramalara geçerli bir kılıf bulabilmenin verdiği öfkeli sevinçle, bağırarak sordu: "Hanım, bunlar kim?" Ah anneciğim, bir fotoğraflara, bir de memura bakıp, müstehzi müstehzi gülümseyerek "ay canım efendim, aile büyüklerimiz onlar, dedelerimiz yani" deyiverdi... Genç ve liseyi bitirdikten sonra hiç birşey olamayınca polis olmayı kolay yol görerek vazifeye atılmış polis memuru, cahilce bir eziklik içine girmemek için karşı koyamadı bu nezaketi asla elden bırakmayan kadına... Sonraki gün dolaba baktığımda annemin, kendisinin de tanımadığı bu adamların başına dert açmaması için, fotoğrafları yırtarak yerinden sökmeye çalıştığını, ama başarılı olamayınca vazgeçtiğini anlamıştım. Fotoğraflar artık tamamen tanınmaz haldeydi...
2 ağabeyim ve annemin tek erkek kardeşi, dayım. Hepsi de başka başka yerlerde gözaltına alınmışlardı. Akıbetleri hakkında bilgi edinebilmek o günlerde neredeyse imkansızdı... Bilinmeyene götürülmüş 3 can ile birlikte annemin de canı çekilmeye başlamıştı...
Ama oturup olacakları bekleyemezdi! En şık kıyafetlerini giyip hazırlandı. Lacivert bir tayyör içinde, beyaz üzerine puantiyeli, yakası fular fiyonklu ipek gömleğiyle, "kızım tek başına oralarda ne yapabilirsin ki, bekleyelim bakalım" diyen amcamın karşısında, yine aynı beton duruşuyla kararını açıkladı: "Ben gidiyorum"... Bursadaki üniversitesinden alınıp götürülmüş küçük ağabeyim için Balıkesir'e, büyük ağabeyim ve dayım için Bandırma'ya gitmeliydi... İlk tercihini hangisinden yana kullanmıştı? Önceliği hangisine vermişti? Bunun önemi var mıydı? Gerçekten yalnız bir kadın olarak gitse bile ne yapabilirdi? Koca bir nesili tırpandan geçirmeye kararlı bir güç karşısında cürmü ne kadar yer yakabilirdi? Ve Gitti...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder