Sayfalar

1 Nisan 2012 Pazar

Sayfa 23

... Önce biraz nasihat, sonra "kısmet" tevekkülü filan derken, tatil için ablamın ailesinin yanında olduğum Çınarcık'a geç gelen gazeteler yüzünden, sonuçtan ne kadar emin olsam da haberi almaya çalıştığım telefon kulübesinde titriyordum...
Evet, işte olmuştu... Artık "ben" olabilmek için, yol açılmış, oldukça yüksek bir puanla sadece üniversiteyi kazanmakla kalmayıp, kendime ait bir hayatı sahneleyeceğim tiyatro için vizemi de almıştım!..
Her türlü prosüdürü tamamlamak için tek başıma bir o yana bir bu yana koşturarak, gidişimi hızlandırmaya çalışıyordum... Ama en önemlisi, hayatım boyunca hiç bir zaman ilgi duymadığım kimya dersinden geçebilmem için öğretmenler kurulu kararını beklemekti. Öğrenmeye bu kadar meraklı biri olarak, bu dersi hiç sevmeyişimin asıl nedeni, bence zaten dersi kendisi de sevmeyen Mürvet öğretmendi. Her zaman yorgun, bıkkın, herhangi bir şeye gülebilme yeteneğini yıllar önce kaybetmiş olduğu, ders sırasında sürekli uyuklayan halinden belliydi. İnsan bir şeyi eğer kendisi de sevmiyorsa başka birine nasıl sevdirebilirdi ki... Sevmedim, sevemedim ve o dersten son sınıfta nihayet çaktım! Ama üniversiteyi kazanmış olmam, okulun dikkate alması gereken bir konu olduğundan öğretmenler kurulunda bire karşı sekiz oyla mezun olmam onaylandı. Tüm hazırlıklarımı tamamlamış olduğum üniversite kaydımı yapabilmek için kalan son üç günde... Neden böyle oluyordu bilmiyorum. Her türlü işim hep son ana kadar bekliyor, ama sonra muhakkak oluyordu... Doğumumdan beri bu böyleydi. Ölü doğmuştum ben! O zamanın tıbbi şartlarına göre iyi sayılabilir bir hastanede, ilgisini esirgemeyeceğinden emin olduğumuz aile doktorumuz Ali amcanın eline teslim edilmişti annem. Her ortama uyum sağlayabilen ben, annemin karnında ters durduğum için, az daha kaybetmek üzere oldukları annemi kurtarmak için çekip almışlar beni. Boğulmuşum... Nabız yok, kalp atışı yok... "maalesef kaybettik yengehanım, "kız"mış da üstelik"... İki erkek çocuktan sonra, halalarımın annelerine gösterdiği ihtimama gıpta ettiği için, isteye isteye, karar verilmiş doğumuma. Daha doğuma epey zaman varkenden ilan etmiş babam eşe dosta, kızımız geliyor diye... Her doğan çocuğun cinsiyetinin sürpriz olduğu yıllarda, "ayol nerden biliyorsun kız olduğunu" diye işvelenen anneme, "biliyorum, biliyorum ben" dermiş, o anda ameliyathanede yaşananlardan habersiz olan babam... 
Bir kenara attığı cansız bedenim öylece dururken ortalık yerde, hastasıyla ilgilenen doktor Ali amcanın arkasından, yarı baygın haliyle izlemiş annem olan biteni... 
Bir ebe hemşire girmiş tesadüfen ameliyathaneye. Beni alıp evirmiş, çevirmiş. Sonra içeriden birkaç ince boru getirip, sokuşturmuş ağzımdan burnumdan. Çekip çekip, tükürüyormuş, kenarları lacivert, içi beyaz çinko kaseye.
Bir süre sonra, ameliyathane, "yaşıyor doktor!" çığlıklarıyla inlemiş... Ne doktor Ali amca, ne annem, ne de diğerleri inanamamış benden çıkan ıngaa nidalarına... Bir sevinç alaborası sarmış sedyenin etrafını. Ali amca, bütün hastaneyi dolaştırmış beni göstermek için. "Vallahi ne nabzı vardı, ne de kalbi atıyordu, ölüydü resmen, bakın bakın mucize çocuk bu"...
İşte böyle, dünyaya geldiğim ilk andan itibaren allah bana eşşeğimi önce kaybettirdi, sonra buldurdu. Sevdiği kuluna yaparmış bir rivayete göre. Buna bir de ben inanabilsem!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder