...Evimizin
bu şenlikli hali nedense amcam tarafından pek de hoş karşılanmazdı...
Geç bir evlilik yapmış, dolayısıyla geç de baba olmuştu. Babamın büyüğü
olmasına rağmen tek oğluyla, ben aynı yaştaydık. Bu kimi zaman benim
için bir avantaj olsa da, yarışa koşulan atlar misali çokça aleyhime
işleyen de bir durum oldu.. Mesela okul hayatıma Almanca devam etmek
zorunda kalışım, sadece bu dezavantaj nedeniyledir... Bu konuya geri
dönmek üzere şimdilik nokta.
Mensubu olduğumuz sülalelnin Gönen'in
en muteber ailelerinden biri olması, amcamın saygın bir esnaf,
babaannemin sözü dinlenen bir büyük, halamın soyadı bile Gönen olan, ne
iş yaptığını ölene kadar öğrenemediğim pek saygın eşi dolayısıyla
bulunduğu durum, biz çocukların ve özellikle annemin her adımımıza
dikkat etmek zorunluluğumuzun temel nedeniydi... Annem her daim kaş ve
göz tarikiyle bizi usturuplu torunlar olarak eğitmeye çalışmaktan, bu
yönde terbiye ve ahlak nutukları çekmekten başka, çok daha önemli birşey yaptı...
Babamın ailesinin karşısında daima dik, onurlu ve çocuklarına toz
kondurmaz tavrını elden hiç bırakmadı... Ben henüz sokakta oynama
yaşımdaydım ama ağabeylerimin delişmen yaşları nedeniyle, küçücük bir
kasabada konuşulan her sözü ustaca savuşturmayı, tüm nezaketi
ve görgülü zekasıyla başardı... Bu, babamın yerini, otoritesi ve maddi
gücüyle doldurmaya çalışan amcam olsa bile... Amcamı, daima hızlı hızlı
konuşan, hızlı hızlı yürüyen, buna paralel hızlı karar veren, disiplini
ve otoritesi nedeniyle kendisinden korkulan bir insan olmasına rağmen,
ilginçtir ki, annemin karşısında daima ezik ve zayıf bir adam olarak
hatırlıyorum... Bahçe kapısından yine hızlı hızlı girip,
ağabeylerim hakkında şikayete her gelişinde, annemin
merdivenlerde, beton gibi durup, amcama yukarıdan ve kesin bir tavırla
tane tane izahını, "benim çocuklarım öyle şey yapmaz" bakışını, amcam
geldiği gibi hızlı hızlı bahçedin geri giderken, 1 odalı evinin 4
metrekarelik mutfağında için için ağladığını biliyorum...
Çocukları
büyüyor, sorunları büyüyor, büyük bir ailenin, küçücük evinde, küçük
bir kadın olarak kalmak yerine, çelik gibi sağlam irade ve edebiyle,
zihinlerde büyüyor, saygınlaşıyordu... Genç ve dul bir kadının tek
başına 3 çocuğa sahip çıkamayacağı ön yargısını, her geçen gün yerle bir
etmeyi başarıyordu... Herkesi ve herşeyi idare etmek onda doğuştan bir
yetenek olsa idi... Babamdan kalan, o yıllarda hatrı sayılır miktardaki
maaşı dışında bir geliri olmamasına rağmen, kimseye muhtaçlık hissi
yaratmadan, ama şımarmamıza da izin vermeden "idere etmek" zor
zanaatti... Amcam, halam, babaannem bir tarafa, delikanlılık yaşına
gelmiş ağabeylerimi idare etmek belki de en zoruydu. Ama o bunun da bir
yolunu mutlaka buluyordu. İkisi arasında keskin bir karakter farklılığı
olmasına rağmen üstelik.
Bakkala gidilecek örneğin, önce küçük
olana hadi derdi, ben gitmem ağabeyim gitsin cevabına öteki, ben de
gitmem derse seyredin tantanayı... Annem pardesüsünü bir hışımla kaptığı
gibi, ben giderim derken daha, bir baygınlık -ki bunun ustaca bir numara
olduğunu 20 yaşımda öğrenebildim- geçirir, hooop kendisini yere
yatırırdı... Sevgili, kırmızı yanaklı, tontoş komşumuz Ferdane teyze... Ah
Ferdane teyze... "Kooooş yetiş annem fenalaştı!" Hemen kolonyayı kapıp
gelir, iki bilek ovalanır, bizde bir telaş, bir kıyamet filan derken, bir bakmışız ağabeylerim bakkala
gidiyor...
Şimdi gülümseyerek hatırladığımız daha neler... Bir
babanın sevimli otoritesi, bir annenin şevkati, bir dostun sırdaşlığı
arasında annem, neredyse teatral bir yetenek de kazanmıştı... Bu
yeteneği, özellikle 1980 darbesi yıllarında ağabeylerimin hayatlarını
kurtarmak için çok işe yarayacaktı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder