Sayfalar
10 Mart 2012 Cumartesi
Sayfa 13
... İstikamet İstanbul! Büyük ağabeyim için eniştem tarafından İstanbul' da ayarlanan iş, hiç kimsenin rededemeyeceği kadar iyi bir işti başlangıç için. Üstelik İstanbul o kadar da yabancı bir memleket değildi. Yazları Gönen'de yaşayan en küçük halam, eşi çok büyük bir bankanın o zamanki söylenişiyle umum müdürü olan ortanca halam, ünlü bir gazetecinin babasıyla ikinci evliliğini yapmış olan büyük halam, ve annemin beş kız kardeşinden ikisi olan teyzelerim, zaten İstanbul'da yaşıyordu...
Ağabeyim geçici olarak teyzelerimden birinin yanında kalmaya devam ederken, annem de halamın yardımıyla ona bir ev tutmak için İstanbul'a gitti. 13 yaşımı henüz bitirdiğim yıldı. Bandırmadaki evimize yerleşmek için annemin dönüşünü bekliyordum. Çok heyecanlıydım. Yeni bir kent, yeni bir ev, yeni eşyalar, yeni bir okul, deniz kenarındaki çay bahçelerinin ışıltısı ve kaloriferli bir oda, sadece eşyalarımı dolabıma yerleştirmemi bekliyordu. Annem bir kaç gün sonra geri döndüğünde, henüz üstünü bile çıkarmadan, tek odalı evimizin salonuna geçip, turuncu çizgili, ince ayaklı koltuğa oturdu... "Geç bakalım şöyle" deyip, karşısına aldı beni... O zamana kadarki benimle, ilk ciddi konuşmasını yapmaya hazırlanıyordu. Uzun uzun, halamın ve teyzemin, ağabeyim yaşındaki bir delikanlıyı İstanbul'da yalnız bırakmaması konusunda, kendisini nasıl ikna ettiklerini, böyle olursa benim için de daha iyi bir eğitimin söz konusu olabileceğini, evimiz nasıl olsa burda, onu evlendirene, benim eğitim hayatımı bitirene kadar sabretmemiz gerektiğini, dilersek sonra evimize geri dönebileceğimizi, bu 'geçici' sürede ikamet edebilmemiz için küçük ama, kaloriferli bir ev tuttuğunu ve haftaya taşınmamız gerektiğini anlattı. Ve şöyle devam etti... "Bana bir söz vermeni istiyorum"!!!
Kaşlarını istem dışı çatmış, hayatımın en büyük nasihatını dinlemem gerekiyormuş gibi, yüzüme büyük bir ciddiyetle baktı. İstanbul büyük, çok büyük bir şehirdi. Dev bir canavar, tsunamiye kapılmış okyanus gibi, insanı içine çeken girdapları vardı. Adamı yutabilirdi. Zaman zaman gezmeye gittiğimizden farklı bir durum söz konusuydu. Artık 'geçici' de olsa, hem oraya ve şartlarına uyum sağlayacak, hem de büyüsüne kapılmadan edebimizle yaşayacaktık. Benden iki yaş büyük, okumaya çok da niyeti olmayan, teyzemin kızına uymamak gerekiyordu. Sadece okuluma derslerime odaklanacaktım. Gözümü yalnız bana faydası olan şeyler için ya da kendimi korumak için açık tutacaktım.
Kendimi İstanbul'da kaybetmeyecektim...
Bu uzun konuşmanın ardından ne hissedeceğimi bilemedim. Annemin nasihatlarından, tembihlerinden ve benden aldığı sözden sonra, tedirgin olmuştum. Sevinmeli miydim, üzülmeli miydim bilemedim. Ama oldukça korktuğumu hatırlıyorum... Atacağım en küçük bir yanlış adımda, kuyunun dibini boylayacağımı hissettirmişti bu konuşma bana...
Üzerinden tam otuz yıl geçti. Geriye dönüp baktığımda, eğer o kuyunun dibini, avucumdaki çizgiler kadar iyi tanımıyor olsaydım, şimdi oturmuş bunları kaleme alacak cesareti de kendimde bulamazdım... Düşmemek için istediğiniz kadar tutunun, eğer sobanın sıcak mı, soğuk mu olduğunu dokunmadan anlayamıyorsanız, gün gelip birilerinin sizi kuyunun içine itmesi kaçınılmaz oluyormuş...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yeni yeriniz hayırlı olsun:) Akıcı ve etkileyici bir üslubunuz var
YanıtlaSilçok teşekkür ederim, sevgili Enis...yeni evime de üye olmanızı bekliyorum o zaman... Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin...
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSize eski blogunuzla ilgili bir itirafta bulunayım:) Sitenizin ismini yanlış okumuyordum ama dil esnek, hep romantik makbule'ye gidiyordu:) Sanırım benden kaynaklanan bir şeydi.
YanıtlaSiliyiymiş romantik makbule! bundan sonraki kitabıma güzel isim olur:)
Sil