Sayfalar

11 Nisan 2012 Çarşamba

Sayfa 27

... Yaşı 40 civarında olanlar hatırlar "Beyaz Gölge" dizisini... Tek kanallı siyah beyaz televizyonların 80'li yılların başında fenomen olmuş dizisi. Genellikle zencilerden oluşan bir okul basketbol takımı ve onun inatçı, babacan, "beyaz" koçu, henüz onbir yaşımdayken ben ve benim gibi pek çok çocuğun, basketbol aşkını zerk etmeyi başarmıştı damarlarına. Kız çocuğu olarak, evcilik oynamak, etamin işlemek, Gönen'in geleneksel el işçiliği ile nam salmış iğne oyasını öğrenmek duruken, illa bir spor yapılacaksa, kızlara en çok yakıştığı düşünülen voleybol oynamak, bale yapmak varken, basketbol diye tutturmuştum. Kısa bir süre sonra, Yusuf Mülayim adında bir basketbol koçunun etrafında toplanmıştık, boyu uzun ya da kas yapısı müsait kızlar olarak... İçi yumuşacık, dili peltek ama disipline gelince canımıza okumaktan geri durmayan çok iyi bir koçtu, Mülayim hoca. Büyük abimin arkadaşı da olması nedeniyle, iltimas göstermediğini kanıtlamak için, sanki beni diğerlerinden daha fazla haşlamak zorunda hissederdi kendini. Doğumum sırasında meydana gelen sakatlığım yüzünden sağ kolumu çok iyi kullanamadığım için mecburen solak oluşum, hep bir avantaj sağladı basketbol kariyerimde. Kariyerim dediysem, okul takımlarından daha ileri gidemedi ne yazıkki... Üç yıl boyunca Gönen Ömer Seyfettin Lisesi Kız basketbol takımı olarak pek çok müsabakaya katılmıştık. Her geçen yıl daha da çok bağlandığım basketbola, İstanbuldaki lise yıllarımda da devam ettim. Son sene, bir yandan derslerin ağırlığı, bir yandan üniversiteye girme telaşı, bir yandan okul korosundaki çalışmalar, diğer yandan da her taşın altından çıkmak zorundaymışım gibi atıldığım bütün okul içi faaliyetler bir araya gelince, kalbim daha fazla dayanamadı bütün bu yorgunluklara. Bir gün antremanda müthiş bir baş dönmesiyle yığılıvermiştim yere. Basketbol daha önce de fiziksel olarak bazı sıkıntılar yaratmıştı elbette. Örneğin, pivot oyuncusu olarak ribaunta çıktığım anlarda burnuma gelen toplar yüzünden yamulan kemiklerim, deviasyon ameliyatı   olana kadar sık sık ağır hastalanmama neden oluyordu. Yere yığıldığım o gün, kendime geldiğimde başımda dikilen doktor, kalbimin yorgunluğa dayanamadığını bu nedenle basketbolu bırakmam gerektiğini anlatıyordu anneme... Okul takımlarında da olsa, altı yıllık basketbol kariyerim, yumruğum kadar bir kas yığını yüzünden bitivermişti bir anda...
Üniversiteye başladığım o yıl da yine peşinden gittim basketbolun. Bursa'nın o zamanlar zirvede olan takımı Tofaş'ın maçlarını kaçırmıyor, basketbolcu herkesle bir bir tanışmaya çalışıyordum. Ortak bir payda arıyordum belki de yarattığım çevrede. Sonra bir baktım ki, bir tarafta basketboldan kaynaklanan bir grup, bir tarafta yurt hayatından kazandığım bir grup, bir tarafta okul içinde tanıştığım, sınıfları en az benden iki yıl büyük olan arkadaş grubum filan derken neredeyse bütün okul arkadaşım olmuş... Selam veren herkesi arkadaşım sanıyordum. Ta ki, her biri bir başka vesileyle, tek tek hayatımdan çıkmaya, doğal eleme yoluyla, bir avuç kalıncaya kadar...

4 yorum:

  1. Ne diziydi ama, bir nesilin hepsine basketbol ilgisi aşılamıştı. :)

    YanıtlaSil
  2. Bizim kuşak, ne kadar şanslıydı, ne çok şeye tanık oldu değil mi? O zamanların fenomenleri gerçek anlamıyla bugüne kadar taşınabildi... Şimdi fenomen dediklerimiz saman alevinden başka bir şey değil bence... AH Kuliç ahhh..

    YanıtlaSil
  3. Yusuf Mülayim... 2007'de ölmüş...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. offfff... uzun zamandır hiç bir ölüm, içime bu kadar oturmamıştı... çok çok üzüldüm...

      Sil